Mütevazı yaşantısı ve yaptıklarıyla milletimizin hafızasında derin izler bırakan Ali Emîrî Efendi, kitap merakı yüzünden hiç evlenmemiş, çoluk çocuğa karışmamıştır. Gittiği yerlerde dişinden tırnağından arttırarak alabildiği kitapları almış, alamadıklarını kaypa ederek biriktirmiştir. Milletine ve memleketine en büyük hediyesi hiç şüphesiz “Millet Kütüphanesi” ve "Divan-ı Lügât'it-Türk” tür. O eserlerinden, ilminden, şairliğinden ziyade millete bıraktığı bu değerlerle hatırlanmaktadır.
Yaşlı bir kadın kendisine miras kalan kitapları ihtiyaç dolayısıyla satmak için sahaflar çarşısına gelir. Bu kitaplar arasında kimsenin dikkatini çekmeyen ve o güne kadar nüshası bulunmayan Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat'üt Türk adlı eseri Ali Emîrî Efendi’nin gözüne çarpar. Elini cebine atar, üzerindeki bütün parayı kitapçıya verir. Parası istenilenin altındadır. Kalan parayı eve gidip getireceğini söyler, bu arada da kitabı kimseye satmamasını tembihler sahafa. Ne olur he olmaz diyerek kapıyı kitapçının üzerine kilitler. Eve kadar gitmeye de tahammül edemez. Yolda bir ahbabını görür, ondan borç para alır ve kitapçıya kalan borcunu vererek eşsiz kitabın sahibi olur.
Ali Emîrî Efendi tam bir kitap aşığı idi. Kitap için yapmayacağı fedakârlık yoktu. Akla hayale gelmedik fedakârlıklarla defterdar ve muhasebeci olarak gittiği yerlerden sandık sandık yazma kitaplar getirirdi. Leskovik muhasebeciliğinden dönerken yanın tam 19 sandık dolusu kitap bulunuyordu. Yanya’da görev yaparken iki ciltlik Arapça bir kitabın birinci cildini eline geçirir. Çok önemli bir kitap da değildir. İkinci cildini araştırır ve Yemen’in başkenti Sana’da bir kişide olduğunu öğrenir. Yemen’e tayinini çıkartmak için Babıâli’ye dilekçe verir. Gerçekten de tayini Yemen’e çıkar. Amacı kitabı istinsah (kopya) etmektir. Kitabın sahibini bulur."İki ciltlik bir kitabın bir cildi bende, bir cildi sende. Böyle olunca ikimizin de işine yaramaz. Bu kitabı bana verir misin?” der. Adam “Buyur, senin olsun.” cevabını verince kitabı satın alır. Bu arada yeni görevinden de istifa eder.
Ali Emîrî Efendi tam bir kitap kurdu ve bibliyoman (kitap hastası) idi. On beş yaşındayken babası ticarete alıştırmak için bir dükkân açar. Ali Emîrî Efendi’nin aklı fikri kitaplarda olduğu için müşteri geldiğinde :”Mal orada. Fiyatı da şudur. Alacaksanız indireyim, yoksa beni boş yere meşgul etmeyin.” diye seslenirmiş. Ali Emîrî Efendi gibi bibliyomanların kütüphanelerinde aynı yazma kitaptan iki üç nüsha bulunurmuş. Bir nüshası tezhibi için, diğer nüshası yazısı için, öbür nüshası da cildi için alınırmış.
Ali Emîrî Efendi Osmanlı hanedanına karşı son derece saygılı ve hürmetkârdır. Padişahların adlarını söylerken önüne mutlaka “Hazret” kelimesi yerleştirirdi. Bu sevgi ve saygıdan dolayı Osmanlı Sultanlarının şiirlerini “Tarih ve Edebiyat Mecmuası”nda yayınlamaya başladı. Sultan Reşad’a gelince onun hiç şiirini bulamaz. Bir mektup yazarak kendisine kadarki Sultanların şiirlerini topladığını ancak, kendisinin şiiri olmadığından isminin boş kalacağını söyler. Sultan Reşad ünlü “Çanakkale” şiirini yazarak Ali Emîrî Efendi’ye gönderir ve böylece kitap tamamlanmış olur. Neticede “Cevahirü’l-Mülûk” adlı çok güzel bir eser ortaya çıkar.
Aşağıdaki beyitte ömrü boyunca sevgi ıstırabı duyduğunu yine de yaşamaktan da son derece memnun olduğunu ifade eder:
Aşkın gamı gerçi çekilir derd değildir
Geldik bu cihan sahasına, çekmeli nâçar
YILMAZ KISA
EDEBİYAT ÖĞRETMENİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder